28 Kasım 2007 Çarşamba

Altın Saçlı Kız ve Üç Ayıcık

Bir zamanlar büyük bir orman kıyısında altın saçlı bir kız yaşardı. Bu güneş gibi parlak saçlı kızın adı Sırma idi. Öyle güzel sarı bukleleri vardı ki, herkes ona hayrandı. Fakat tüm bu sevimliliğine rağmen Sırma bazen haylaz bir kız olabiliyordu. Her gün oynamak için dışarı çıktığında annesi ona hep aynı şeyleri söylemek zorunda kalıyordu. ‘’Sırmacığım, lütfen arka bahçede oyna ama sakın ormanın içine girme.’’

Bir gün, güzel bir öğle sonrasında,Altın Saçlı Kız ve Üç Ayıcık Sırma arka bahçede oynamaktan sıkılmıştı. “Ormana girsem ne olacak ki”, diye düşündü. Etrafına bakındı. Kimseleri göremeyince birden ormana doğru koşmaya başladı.Yorulunca durup çevreyi seyretmeye daldı. ‘’Her yer öyle yeşilki” dedi, “Ne güzel çiçekler ve böğürtlenler var burada’’ diye düşündü. Ormanın derinlikleirnde epeyce ilerledi. O kadar çok yol almıştı ki sonunda kayboldu. Geri dönmeye çalıştı ama yolu şaşırdı. Hem iyice yorulmuş hem de karnı acıkmıştı. Yorgunluktan ağlayacak gibiydi. Biraz daha ilerledi. İlerledikçe yol bitti. Ağaçların arasında bir ayı ailesine ait kulübe gördü.

Bu aile üç ayıdan oluşuyordu. Büyük Baba Ayı, Orta Anne Ayı ve Küçük Yavru Ayı.

Sessizce yaklaştı. Etrafından dolandı. Kimse yok gibi görünüyordu. Yavaşça kapıyı tıklattı ama ses veren olmadı. Pencereden içeriye bakındı. İçeride masa üzerinde üç kase vardı. Açlığını hissetti yeniden. Tekrar kapıya gitti ve bu sefer hızlıca vurdu. Kapı açılıverdi. “Demek ki kapı kilitli değil, aralıktı” diye düşündü. Kafasını uzattı. İçeriye seslendi.

"Kimse var mı?’’ dedi. Ses yoktu yine. Masaya yaklaştı. Masada biri büyük, biri orta ve biri küçük boy üç kase çorba vardı. Çok aç olduğundan en büyük kasedeki çorbayı içmek istedi. Ama çok sıcak olduğu için içemedi. Yanındaki çorbanın tadına baktı: “Bu da çok soğuk” dedi. Üçüncü kaseye kaşığını daldırdı. “Hmm bu ne çok sıcak ne de çok soğuk” dedi ve çorbanın hepsini içti.

Çorba bitince şöminenin yanında üç sandalye gördü. Yorgun olduğu için oturmak istedi. Üç tane sandalye vardı, biri büyük biri orta ve diğeri de küçük idi. İlk sandalyeye oturmayı denedi önce ama rahat edemedi. “Ne kadar sertmiş” dedi. Orta boy sandalyeyi denedi ama bu da çok yumuşaktı, içine yumulup kalmıştı. Sonunda üçüncü sandalyeye oturdu. Bu ne çok sert ne de çok yumuşaktı. Tam istediği gibi rahat ve boyuna uygundu. Ama o da ne! “çıtırt” diye bir sesle kırılmıştı sandalye. Ne yapacağını bilemedi.

Yandaki odaya girdi. Burada da üç yatak vardı biri büyük biri orta ve diğeri de küçük olan. Büyük olan yatağı denedi yine. Çok sertti ve boyuna göre çok büyüktü. İkinci yataksa onun için fazla yumuşaktı. Üçüncü yatak hem boyuna tam gelmişti hem de oldukça rahattı. Hatta öyle rahattı ki Sırma yatağa uzandığı gibi uyuyuvermişti.

Sırma kimin evinde kaldığını bilmeden ve merak da etmeden uykuya dalmıştı. Sırma derin bir uykudayken ev sahipleri geldi. Baba ayı ormandan şömine için çalı, anne ayı ise taze böğürtlenler toplamıştı. Ve yavru ayıcık da “Karnım öyle acıktı ki, umarım çorbam biraz soğumuştur” diye düşünüyordu.

Eve geldiklerinde hepsi çok aç olduğu için masanın başında toplandılar. Baba ayı homurdanarak "Biri benim çorbamdan tatmış" dedi. Anne ayı da ‘’Biri benim de çorbamdan tatmış‘’ dedi. Yavru ayıcık ağlamaya başladı. “Biri benim çorbamın tadına bakmakla kalmamış hepsini içmiş” dedi.

Baba ayı şöminenin yanındaki sandalyesini fark etti. “Biri” dedi kükreyerek, “benim sandalyeme oturmuş”. Anne ayı da kızgın bir ses tonuyla “Biri benim de sandalyeme oturmuş” dedi. Yavru ayıcık bu sefer hıçkırarak ağlamaya başladı. “Biri benim sandalyemi kırmış”.

Hepsi de yatak odasına gittiler. Baba ayı “Biri benim yatağıma uzanmış” dedi. Anne ayı da aynı şeyi söyledi. Yavru ayıcık ise “Biri benim de yatağıma uzanmış ve hala orada uyuyor” dedi.

Ayıcıklar yatakta bir kız çocuğunun yattığını görünce. “Bizim kulübemizde ne işi var ki bu kızın” diye söylendi baba ayı. Sırma tam bu esnada sesten irkilerek uyandı. Şaşkın bir şekilde başında onu seyreden ayılara baktı. “Bu bir rüya olmalı” dedi. Apar topar yataktan kalktı. Öyle korkmuştu ki koşarak oradan uzaklaştı. Tüm gücüyle koştu, koştu, koştu. Nefessiz kaldı ama durmadı ormandan çıkana kadar koştu.

Eve vardığında annesi kapıda biraz endişeli ve biraz da kızmış onu bekliyordu. Sırma hiçbir şey diyemeden doğruca odasına girdi. Yatağına uzanıp başına gelenleri unutmaya çalıştı. Bir daha da asla annesinin izin vermediği yere gitmedi.

Gümüş Gözlü Dev

Bir varmış, bir yokmuş. Develer tellal iken, pireler Berber iken, Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uçsuz bucaksız Kafdağı'nda Gümüş Gözlü bir dev yaşarmış.

Gümüş Gözlü Dev, diğer devler gibi hain ve acımasız değilmiş. Aksine altın gibi bir kalbi varmış.Herkese iyilik düşünür, herkesin yardımına koşarmış.

Ülke hükümdarı olan Sarı Dev zalimin biriymiş. En küçük suçları bile ölümle cezalandırır, cellatlara emirler yağdırırmış. En çok sevdiği kelimeler: "Öldürün! Kesin!.." gibi kelimelermiş.


Gümüş Gözlü Dev'in biricik kız kardeşi Nazlı Çiçek de hükümdar Sarı Dev'in sarayında hizmetçi olarak çalışıyormuş. Gümüş Gözlü Dev, kardeşinin başına bir felaket gelmesinden korkuyor, "Ona bir şey olursa ben ne yaparım?" diye düşünüyormuş.


Günlerden bir gün korktuğu başına gelmiş.Kardeşi Nazlı Çiçek, hükümdara yemek götürürken, ayağı eşiğe takılıp düşmüş. Tabaklar, bardak lar, yemekler etrafa saçılmış. Sarı Dev korkuyla büzülen hizmetçiye nefretle bakarak: - Götürün bu beceriksizi. Bir damdan aşağı fırlatın! diye gürlemiş.


Gümüş Gözlü Dev de oradaymış. Öyle üzülmüş, öyle üzülmüş ki sormayın.
Cellatlar koşup gelmişler. Nazlı Çiçeği kınalı saçlarından tutup sürümüşler. Gümüş Gözlü Dev'in gözlerinden yaşlar süzülmüş. Kimselere belli etmeden dışarı çıkmış. Cellatlara yetişmiş. Önlerinde diz çöküp yalvarmış:
- "Ne olur kardeşimi serbest bırakın. Annem onun yokluğuna dayanamaz. Benim başka kardeşim yok ki..." diye ağlamış. Cellatların taş kadar katı yürekleri hiç yumuşamamış.
- Hükümdarın emrine karşı gelemeyiz! diye
cevap vermişler.

Gümüş Gözlü Dev, hemen kardeşini fırlatacakları damın dibine inip beklemiş. Cellatlar kardeşini itip aşağı atmışlar.
Gümüş Gözlü Dev bir top gibi aşağı düşen kardeşini kurtarmak içjn kocaman kollarını açmış. Kızcağız bütün hızıyla kucağına düşmüş. Yere yuvarlanmışlar. Gümüş Gözlü Dev altta kalmış.


Nazlı Çiçek biraz sonra toparlanıp kalkmış.Fakat Gümüş Gözlü Dev hâlâ upuzun yatıyormuş.Gümüş gibi parlak gözleri yarı açıkmış. Yüzündemutlu bir görünüm varmış. Nazlı çiçek O'nun öldüğünü anlayınca:
- Benim için kendini feda etti. Bir daha Kaf Dağı'na O'nun kadar iyi kalpli ve fedakar hiç kimse gelemez... diye ağlamış, ağlamış...